Kursk.
BBC muhabiri olarak hakkında konuştuğum ve yazı yazdığım ilk kelimelerden biri.
2000 yılında, Barents Denizi’nin buzlu sularında Kursk denizaltısının batmasıyla ilgili haber yapmıştım. 118 mürettebat öldü.
Vladimir Putin, altı aydan az bir süredir devlet başkandı. Rus televizyon kanallarının felaketle başa çıkma biçimi nedeniyle onu eleştirdiğini hâlâ hatırlıyorum.
K-141 Kursk’un batmasının üzerinden 24 yıl geçti. Ve bir kez daha, Rusya ile ilgili yazılarım Kursk kelimesini içeriyor. Bu sefer, Ukrayna birliklerinin ani saldırılarını başlattığı ve dokuz gündür toprak ele geçirmeye devam ettiği Kursk bölgesi hakkında yazıyorum.
Aynı kelime.
Ancak 2024 Rusya’sı, 2000 Rusya’sından çok farklı.
Bu sefer Rus televizyon kanallarında Devlet Başkanı Putin’e yönelik hiçbir eleştiri yok; kararlarını sorgulayan hiçbir şey yok; Ukrayna’yı işgal kararının bu sonuca yol açtığına dair hiçbir ima yok. Kremlin’in Rus medyası üzerinde sıkı bir kontrol mekanizması kurmak için çeyrek asırlık vakti oldu.
Yine de, bu olaylar Vladimir Putin’e zarar verecek mi?
Son iki buçuk yıldır bana birçok kez sorulan bir soru bu.
Putin bunların hepsini görünüşe göre yara almadan atlattı. Bu son zorluğun üstesinden gelebileceğinden de emin olmalı.
Ama mesele şu. Wagner isyanı bir günde sona erdi.
Ukrayna’nın Rusya içerisindeki saldırısı bir haftadan uzun süredir devam ediyor. Ne kadar uzun sürerse, Rus liderliği üzerindeki baskı da o kadar büyük olacak ve Putin’in otoritesine verdiği zararın da o kadar büyük olması muhtemel.
İktidarda geçirdiği 25 yıl boyunca Putin, bu kocaman ülkede Rusları güvende tutabilen tek adam şeklindeki imajını geliştirdi.
“Özel askeri operasyon” olarak bahsettiği Ukrayna’nın geniş çaplı işgali, Rus halkına Rusya’nın ulusal güvenliğini artırmanın bir yolu olarak sunuldu.
Savaşın üzerinden 2,5 yıl geçmesine rağmen, güvenliği artırdığına dair pek fazla işaret yok.
Rusya’nın sınırlarında daha fazla NATO gücü var, İsveç ve Finlandiya NATO’ya katıldı, Rus kasabaları düzenli olarak Ukrayna’nın insansız hava araçlarıyla düzenlediği saldırılara maruz kalıyor, şimdi de Ukrayna askerleri Rus topraklarını ele geçiriyor.
Vladimir Putin, kelime seçimiyle Rus halkına paniğe gerek olmadığını göstermeye çalışıyor.
Ukrayna’nın saldırısına atıfta bulunurken “işgal” kelimesini kullanmaktan kaçındı. Bunun yerine, “sınır bölgesindeki durum” veya “gerçekleşen olaylar”dan bahsetti. Kremlin lideri ayrıca Ukrayna saldırısını “bir provokasyon” olarak nitelendirdi.
Rusya Devlet Başkanı bundan sonra ne yapacak?
Kiev’e telefon açmasını beklemeyin. Rus yetkililer, Ukrayna’nın saldırısının ardından barış görüşmeleri fikrini askıya aldıklarını açıkça belirttiler.
Zaten büyük çaplı bir müzakerenin planlandığı da söylenemezdi.
Aslında, bu hafta Putin niyetini tam olarak açıkladı: “…düşmanı Rus topraklarından çıkarmak.”
Bunu söylemek bir şey, yapmak başka bir şey. Kursk bölgesine takviye birlikler konuşlandırmasına rağmen, Rus ordusu Rusya’nın bu bölümünde henüz tekrar kontrolü sağlayamadı.
Perşembe sabahı Kremlin’in önünden geçerken, olduğum yerde durdum.
Çalışanlar bir etkinlik için oturma yerleri ve ekranlar kurarken, Edith Piaf’ın klasik eseri ‘Non, je ne regrette rien’ (Hayır, hiçbir şeyden pişman değilim) büyük bir video ekranında dönüyordu ve Kızıl Meydan’da yankılanıyordu.
Gerçeküstü bir andı.
Vladimir Putin, Ukrayna’yı işgal ettiği için hiçbir pişmanlık belirtisi göstermedi.
O zamandan beri aldığı kararlardan pişmanlık duymuyor.
Eğer kamuoyuna yaptığı açıklamalar şu anki ruh halini yansıtıyorsa, hâlâ bu savaşın tek olası sonucunun Rusya’nın zaferi olduğuna inanıyor.